Amerikalı Musevî araştırmacı Thomas Block’un şok tezi: “Kabalistler 12. ve 13. yüzyılda sûfîlerin düşüncelerini aldılar ve bunları kendi mistisizmlerine yerleştirdiler. Daha sonraki asırların Musevîleriyse bunları kendi geleneksel düşünceleri olarak benimsediler.”
Thomas Block’un Amerika ve Türkiye’de aynı anda yayımlanan kitabı beraberinde büyük tartışmaları da getirecek gibi görünüyor. “Şalom-Selam: Gizemli Bir Kardeşliğin Öyküsü” kitabının kendisi de Musevî olan yazarı Thomas Block’a göre Musevî Kabala mistisizmi Müslüman sûfîlerin öğretileri üzerine kuruldu. 10 yıl önce giriştiği araştırmanın sonunda Thomas Block karşılaştığı tarihi realiteyi kitabında şu sözlerle anlatıyor: “Ortaçağ’daki bir iki münferit etkileşiminden ziyade çok az bilinen akademik yayınlarda İslam mutasavvıflarını ve düşünürlerini inceleyip onların fikirlerini benimsemiş Musevî gizemcileri ve düşünürleri içeren tozlanmaya yüz tutmuş birçok makaleyle karşılaştım. Solmaya yüz tutmuş sayfalarda yazılı son okumaları da bitirip notlarıma baktığımda İslam’ın başlangıcından bugünkü Musevi ayinleri ve tefekkür uygulamalarına kadarki süreçte İslam tasavvufunun Musevi düşüncesi ve uygulamalarının gelişimine hiç aralıksız etki ettiğini buldum.” Block’un deyişiyle “Kabalistler 12. ve 13. yüzyılda sûfîlerin düşüncelerini aldılar ve bunları kendi mistisizmlerine yerleştirdiler. Daha sonraki asırların Musevîleriyse bunları kendi geleneksel düşünceleri olarak benimsediler”. Block’un şu satırları bir anlamda araştırmasını da özetliyor: “Kabala’nın temel nazariyatı bile İslam tasavvufunun ilk dönemlerinden ilham almıştır.” Thomas Block’u İstanbul’da yakaladık ve olay yaratacak kitabını konuştuk.
*Kitabınızın temel tezi nedir? Sizi böyle bir konuyu araştırmaya sürükleyen ne oldu?
Henüz 11 yıl öncesine kadar sûfîzm hakkında hiçbir şey bilmiyordum. O dönemde İdris Şah’ın “Sûfîler” kitabını okudum. Bu kitapta İslam tasavvufunun yanı sıra Orta Çağ’daki Musevî mistisizminden de bahsediyordu. Bir Musevî olarak bu kitap oldukça ilgimi çekti. Bu kitapta diğer alanlarla beraber Musevî ve Müslümanların mistik alanlarda da birlikte çalışmalarına örnekler veriliyordu. Neticede bu benim için inanılmaz bir şeydi zira benim bildiğim kadarıyla bu iki topluluk arasındaki ilişkiler 1300 yıldır oldukça kötü bir durum arz ediyordu. Bu konuda daha çok okumaya, daha fazla bilgi bulmaya karar verdim. Başlangıçta bu konuda bilgi toplamak oldukça zor oldu. Amerikan Kongre Kütüphanesi gibi yayınlanan bütün ciddi kitapların bulunduğu muazzam bir kaynaktaki eski çalışmaları taradım. Böylelikle Musevîlerin 1000 yıl boyunca sûfî düşünceleriyle çalışıp dinimizi ve mistik düşüncemizi yenilediklerini gördüm. Orta Doğu’da uzun zamandır yaşanan çatışmayı gördüğüm zaman bu durum bana inanılmaz çarpıcı ve önemli göründü. Böylece 10 yıl önce bu kitabı yazmaya başladım ve ancak bitirdim.
*Kişisel inancınızı öğrenebilir miyim?
Ben Musevîyim ve maneviyatçı yollara inancım oldukça güçlü. Kurumsallaşmış inançlardan pek hoşlanmıyorum ama insan kalbini öne çıkaran, mistik yolları tercih ediyorum.
*Kitabınızda Musevî sûfîlerden bahsediyorsunuz. Müslümanlarla Musevîler arasındaki bu dini ve mistik etkileşimin tarihi içerisinde size en çarpıcı gelen ne oldu?
Büyük Musevî düşünürü Abraham Meymunides’in, mükemmel bir “Musevî sûfîsi” olduğunu söyleyebilirim. Pek çok görüşünü İslam sûfîlerinden almıştı ve sinagoglarda sûfîler gibi ibadet ederdi. Üstelik Meymunides, Arap dünyasındaki en büyük Musevî’ydi. Onun gibi Musevîlerin yüzde 90’ı yüzlerce yıl Müslüman hâkimiyetinde yaşadılar. Bu coğrafyada adeta “Musevîliğin büyük müftüsü” idi. Benim tabirimle Musevî bir sûfîydi. Üstelik bu görüşlerini yazdığı mektuplarla bütün dünyaya da yaydı. Abraham kendi çağdaş Musevi geleneğini hayata geçirmek için yüzünü Sûfî modeline döndü. Onun bu durumu maalesef tarihlerde gözden kaçırılmış çok önemli bir noktadır. Bugün Ortaçağ’daki Musevî mistisizmini okuyan bir insan, kitaplarda Müslümanlardan bahseden tek kelimeye rastlamaz. Bence bu resmen bir suçtur. Çünkü durumun öyle olmadığı tarihte çok açıktır. Bir başka Kabalisti daha örnek verebilirim. 13. yy Kabalacısı Abraham Abulafia da sûfîlerden çok derin ve rafine düşünceler aldı. Bunlar Musevî mistisizminde günümüzde de geçerli olan düşüncelerdir ancak Musevîler bunları Müslümanlardan aldıklarını kabul etmez, kendilerine mal ederler. Oysa tanrı ve ibadetlere yaklaşımla ilgili bu fikirler 13. yüzyılda benimsendikleri zaman Musevîler için tamamen yeni şeylerdi. Şimdi insanlar tarihe başka gözlüklerle, günümüzün gözüyle ve politik baktıkları için bunları görmek istemiyorlar.
*Kabala o yüzyıllarda İslam’dan çok şey aldı diyorsunuz? Kabala mistisizmi daha önce var mıydı?
Kabala geleneği 12. yüzyıldan beri mevcut. İslam’dan önce Talmud geleneğinin olduğu daha önceki dönemlerde de bazı fikirler vardı ancak bunlar zamanla kaybolmuştu. Ancak 7. ve 8. yüzyıllarda da Müslüman sûfîler eski peygamberlerden, İbrani gelenekten de beslenmişlerdi. Yani karşılıklı bir etkileşim oldu. Ama Kabala asıl 12. ve 13. yüzyıllarda oluşmaya başladı.
*Mutasavvıfların fikirlerinden beslenen başka Musevî din adamlarından da bahsedebilir misiniz?
Örneğin Musevîlik mistisizminin son büyük üstadı Baal Şem Tov’un 1700’lerde Doğu Avrupa’da Hasidi ibadeti geliştirdiği sıralarda İslam bu yeni Musevi gizemci hareketin oluşumunda oldukça etkili oldu. Ama o cazibesine kapıldığı kendinden önceki asır Kabalistlerinin düşüncelerinin İslam’dan alındığını bilmiyordu. Bir diğer örnekse Sabetay Sevi… Sabetay Sevi’nin düşünceleri Avrupa’da pek çok haham üzerinde etkili oldu. Baal Shem Tov üzerinde doğrudan etkisi olan Sabetay Sevi, din değiştirmiş Sebatay Sevi’dir. Sevi, tamamen Musevi bir sûfîdir. Bir elinde Kur’an, diğerinde Tevrat olduğu ifade edilir. 12. yüzyılın tanınmış Sefarad şair ve düşünürlerinden Judah Halevi de rehberlik için yüzünü sûfîlere dönenlerden. Endülüslü Moses İbn Ezra da Arap dilinden ve İslami düşünceden etkilenenlerden.
0 Yorumlar