BİLGİ YOK OLMUYOR

Uzayda ‘karadelik’ adı verilen birtakım gök cisimleri bulunuyor. Bunlar ölü yıldızlardan arta kalan öylesine yoğun cisimler ki yakınlarındaki tüm nesneleri içlerine çekmekte, ışığı dahi dışarı salmamaktadırlar. Karadelikleri uzayda doğrudan göremiyoruz. Varlıklarını ancak yan etkileriyle, parçaladıkları ve içlerine doğru çektikleri yıldızları gözleyerek tespit edebiliyoruz.
Karadeliklerin matematik kuramı ile uğraşmış olan İngiliz matematikçi S. Hawking bu cisimlere giren nesnelerin yok olduklarını ancak bilgilerinin yok olmadığını, Temmuz ayında Dublin’deki bir bilimsel konferansta kabul etti. Yani, karadelikler başka evrenlere açılan kapılar olmuyorlar. Yuttukları cisimlerin bilgisini şimdi olmasa bile, ilerde (parçalandıklarında) geri vereceklerine inanılıyor. Zira, Kuantum Kuramına göre bilgiyi tümüyle yok etmek mümkün değil.
Bilgi (enformasyon) bize aktarılan bir enerji olarak da görülebilir. Bu enerjiyi ya içselleştirir ve yararımıza kullanırız, veya geri yansıtarak ondan uzak da kalabiliriz. Okulda öğrenip de bir süre sonra unuttuğumuz bilgi ikinci türden, yansıttığımız, kulaktan dolma bilgidir. Bir de katılımcı olarak içselleştirdiğimiz, kendimize mal ettiğimiz bilgi vardır. Bu tür bilgi asla tümüyle yok olmaz. Bir süre küllense bile, bir süre sonra tekrar kolaylıkla kullanılır hale gelebilir. Örneğin, bisiklete binmek bilgisi asla yokolmuyor. Aradan yıllar geçse bile kısa sürede hatırlanıp kullanılır hale getirilebiliyor.
Bilgiyi içselleştirmek için ondan yararlanmak ve onunla bütünleşmek gerekir. Yani, bilginin içerdiği enerjiyi kendi enerjimiz haline getirmedikçe onunla bütünleşmiş olmayız. Biz, bilgi enerjisi ile bütünleştiğimizde ortaya ikisinin toplamı değil, ikisinin toplamından daha fazla enerji içeren bir varlık oluşmuş olur. Çünkü, o bilginin taşıdığı enerji ile kendi bilgimizin enerjisi kaynaşarak daha üst düzeyde birleşik bir enerji alanı oluştururlar. Yeni oluşan ‘bütün’ ise daha önceki parçaların bilgilerinin toplamından daha fazla bilgi içerir.
Bilgiyi ölçebilmek için söz konusu sistemin Entropi’sine bakmak gerekir. Entropi, bir sistemdeki karmaşanın ve belirsizliğin ölçüsüdür. Karmaşa ve belirsizlik ne kadar fazla ise Entropi de o kadar büyük olur. Örneğin, suyun Entropi’si buzun Entropi’sinden fazladır. Çünkü, buz içindeki su molekülleri sudaki durumlarına göre daha düzenli bir şekilde dizilmişlerdir. Buz suya göre daha az karmaşık ve moleküllerin dizilişi buzda daha bariz ve belirgindir. Düzen arttıkça Entropi de azalmaktadır. Bu bakımdan su buharının Entropi’si sudan daha fazla olması gerekir. İki veya daha fazla parçadan oluşmuş bir bütüncül sistemin Entropi’si de parçaların birbirleri ile ilişkili olmamaları durumunda Entropi’lerin toplamından ibarettir. Ancak, parçalar arasında bir bağ (bir ilişki) varsa oluşan yeni sistemin Entropi’si, ayrı ayrı Entropi’lerin toplamından daha az olur. Demek ki ortaya fazladan bilgi eklenmiştir ve bu bilgi bütüncül sistemin içselleşmiş bilgisi durumundadır.
Bilgi bir kere içselleştikten sonra artık kendi özelliğimiz haline geliyor ve her an kullanıma hazır halde bulunuyor. Bilgiden anında yararlanmak demek o bilgiyi an içinde kullanmak, yani an içinde yaşayarak ‘farkındalığı arttırmak’ demek oluyor. Bizlerin de zaten yaşamdaki en önemli görevimiz farkındalığı arttırmak ve etki-tepki çemberini kırabilmek değil midir? Farkında olmayan insan sürekli etki-tepki mekanizması içinde günlerini geçirir ve yaşamda hiçbir anlam da bulamaz.
Farkında olan insan sorumluluk almaktan çekinmez. Çünkü sorumluluk almakla gerek kendine, gerekse yaşadığı çevreye ve topluma düzenleyici katkılarda bulunur. Her düzenleyici davranış da Entropi’yi azalttığından aynı zamanda bilgiyi de arttırmış olur. Bilginin toplumda artması demek daha dengeli, huzurlu ve düzenli bir yaşam tarzının topluma hakim olması ve dolayısıyla toplum içindeki her ferdin daha mutlu olması demektir. Bizler, yaşadığımız toplumun bireyleri olarak bağımsız nesneler değiliz. Sürekli olarak çevremizle enerji alış-verişi içindeyiz. Yaşadığımız çevrenin temiz ve düzenli olması, insanların sorumlu ve bilgili olması hem kendi mutluluğumuz hem de toplumun genel refah düzeyi için son derece önemlidir.
Doğada hiçbir şeyin tek başına olmadığı ve sürekli çevresi ile etkileştiğini Kuantum Kuramı da söylüyor. Bu kurama göre gözleyen ve gözlenen ayrılmaz bir bütün oluşturuyor. Yani, sadece gözlemek olayı bile bilgiyi içselleştirmemiz için yeterli oluyor. Ama bilgi aktif hale gelmedikçe, yani yararlı bir şekilde kullanılmadıkça içimizde kalmakta devam ediyor ve etkin de olamıyor. Bilgi sahibi olmak ne kadar önemli ise, o bilgiyi hem kendi hayrımıza, hem de bütünün hayrına kullanmak da o derece önemlidir. Bilgiyi sadece kendi faydamız için kullanırsak bencil ve çıkarcı oluruz. Sadece çevremizi düşünür ve kendimizi hiçe sayarsak kendimize zarar verebilecek davranışlar içine de girebiliriz. Bu bakımdan hem kendi hayrımızı hem de bütünün hayrını düşünerek davranmak bilgimizi en yararlı ve etkin şekilde kullanmak anlamını taşır.
Bütünün hayrını düşünürken kendini karşısındakinin yerine koyabilmek, onun bakış açısı ile bütünleşmek, yani bir çeşit empati kurmak gerekmektedir. Bu yaklaşımı özellikle sorumlu bir mevkide bulunduğumuz zaman kullanabilmemiz gereklidir. Bunu da sonradan, akıl ve mantık yürüterek değil, anında ve doğal bir farkındalık içinde yapabilmek önemlidir. Bir başka şekilde “Farkında olmak, olaylara bütünsel bakabilmektir” de denilebilir. Herhangi bir eyleme girişmeden önce onun getireceği sonuçları önceden görüp değerlendirmek son derece önemlidir. Bu noktada hem bilgi, hem sezgi, hem de farkındalık devreye girmesi gerekir. Sadece yavan bilgi ile empati kuramayız. Sadece sezgi de faydalı eylem için yeterli değildir. Her üçü bir arada olduklarında ise yararlı ve hayırlı bir içsel gelişim içinde bulunma şansımız kat kat artmış olur.
Günümüzde bilgi iletişimi öylesine hızlı ve anında olmaktadır ki içsel gelişim sadece dinlerin güdümünde kalmayıp Yeniçağ biliminin de etkisiyle, yeni boyutlar kazanabilmektedir. Yeni boyuttan kasıt, alışılagelmiş düşünce kalıplarının dışına çıkarak hem kendimizi hem de çevremizi dıştan inceleyen bir gözlemci boyutuna yükselebilmektir. Bu türden bir farkındalık durumunda Kuantum kuramının sözünü ettiği ‘Tünel olayı’ gerçekleşmiş olur. Tünel olayı, aynı zamanda, yerellik varsayımının da geçerli olmadığı görüşünü kuvvetlendirmektedir. Yani, her etki mutlaka bir yerel nedene bağlı olmayabilir. Bazı etkilerin nedenleri farklı zamanlardan veya farklı uzay bölgelerinden kaynaklanabilirler. Biz onları, yerel bakış açımız içinde, tam olarak algılamakta güçlük çekebiliriz.
Ancak bazı bilimsel fikirlerin mekan bakımından bağlantılı olmayan insanlar tarafından ortaya atılışı bize yerel olmayan etkilerin varlığına işaret ediyor. Bu olgu, alınan bilginin içselleşmesi durumunda o ana kadar var olduğu bilinmeyen yeni bilgileri ortaya çıkardığı, yani bir bakıma yeni bilgilerin ortak şuur tarafından yaratıldığını gösteriyor. Bu ortak şuura ister Morfogenetik alan deyin, ister Arketip adını koyun, varabildiğimiz son nokta bizi aşan Tanrısal bir bütünselliğin var olduğudur.

Doç. Dr. Haluk Berkmen (Fizik)

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Recent, Random or Label