Görüşler yeni değil, görüşleri destekleyen bulgular yeni yeni elde ediliyor
Apollo 16'nın 1971 yılında dünyaya getirdiği Ay toprağı örneklerini bir kez daha inceleyen bilimadamları dünyamızdaki hayatın uzaydan geldiği iddialarını destekleyen bir sonuçla karşılaştılar.
Dünyamızın atmosferi, jeolojik tarihini okuyabileceğimiz maddelerin kısa zamanda bozulmasına neden oluyor. Bu nedenle bilimadamları dünyanın uydusu Ay'a bakma yoluna gidiyor.
METEORLAR YIKIM DEĞİL ÇEŞİTLİLİK GETİRDİ
Yapılan incelemelerde Ay'ın bundan 400 milyon yıl önce ağır bir göktaşı bombardımanına maruz kaldığı ortaya çıktı. Ayın burnunun dibindeki Dünya'nın aynı bombardımandan etkilenmemiş olduğu düşünülemez.
Berkeley Üniversitesi'nde görevli bilimadamlarından Richard Muller konu hakkında şöyle konuşuyor: 'Meteor hareketlerinde 400 milyon yıl önceki artış yeryüzündeki Kambriyen Çağı ile aynı zamana rastlıyor. Bu çağda yeryüzünde ansızın birçok yaşam biçimleri ortaya çıktı. Balıklar, kuşlar ve insanın ataları konumundaki canlılar hep bu çağda yeryüzünde görülmeye başladılar. Çoğu insan yeryüzüne düşen meteorların yıkıma neden olduğunu düşünmekte. Oysa bu çarpmalar hayatın çeşitlilik kazanmasına, renklenmesine de neden olmuş olabilir.'
Araştırmalar, Ay'dan getirilen ve meteor çarpmaları sonucunda camlaşmış küçük taneler üzerinde yapıldı. Bu taneler birer küçük radyoaktif saat niteliğini taşıyor. Böylece yaşlarını hesaplamak da kolaylaşıyor. İçerdikleri potasyumun argon gazına dönüşmesi süreci değerlendirilerek taneciklerin yaşları ölçülebiliyor.
Ancak araştırmacılardan Paul Renne Ay'dan daha fazla numune getirilmesi gerektiğine işaret ederek 'Henüz bilmemiz gereken her şeyi bilebildiğimiz bir konumda değiliz. Daha çok numuneye ihtiyacımız var' şeklinde konuşuyor.
GÖRÜŞ YENİ DEĞİL, BULGU YENİ
Aslında bu konudaki görüşler yeni değil. Ama görüşleri destekleyen bulguların elde edilmeye başlanması yeni yeni gerçekleşmekte.
Bu bulgulardan biri bilim dünyasına bomba gibi düşen 1996 tarihli NASA keşfi.
7 Ağustos 1996'da NASA'dan yapılan açıklamada, Mars orijinli bir göktaşında, bundan 3.6 milyar yıl önce Mars'ta ilkel bir yaşam biçimine kanıt gösterilebilecek izler bulunduğu ifade edilmişti.
Konuya ilişkin bir makale yazan bilimadamı Paul Lutus (1985'te Oregon Bilim Akademisi tarafından yılın bilimadamı seçilmiştir) bu araştırmaları şöyle özetliyor:
'Öncelikle Mars'a insanlı ya da insansız uzay araçları göndererek daha fazla numune elde etmeliyiz. Oradaki yaşamın DNA temelli bir yaşam olup olmadığını saptamalıyız.
HER CANLI DNA TEMELLİ OLMAYABİLİR
Eğer oradaki yaşam dünyadakinin aksine DNA temelli değilse bundan şu sonuç çıkar:
Her gezegendeki yaşam biçimi, o gezegenin kendi özelliklerine bağlı olarak gelişir. Bu özellikler arasında sıcaklık, atmosfer basıncı, sıvı durumdaki suyun varlığı ve nitelikleri ile bu şartların uygun süre mevcudiyetini koruması sayılabilir. Bunun da anlamı her gezegenin potansiyel bir yaşam mekanı olduğudur.
Ancak Mars'taki yaşam DNA temelli ise bu durumda Dünya'daki ve Mars'taki yaşamın kökenlerinin aynı olduğunu düşünmemiz gerekecektir. DNA, farklı koşullar altında aynı şekilde gelişecek kadar basit bir mekanizma değildir çünkü.
Bu durumda da şu üç sonuç ortaya çıkar:
1. Dünyadaki DNA bir şekilde Mars'a ulaştı
2. Mars'taki DNA bir şekilde Dünya'ya ulaştı.
3. Mars ve Dünya aynı kaynak tarafından tohumlandı.
Bu üçüncü alternatif uzun bir zamandır Panspermia adıyla bilinen bir teori şeklinde varlığını sürdürmekte.
Panspermia, yeryüzündeki tüm yaşamın dünyadışı zeki yaratıklarca ve belli bir sebepten ötürü başlatıldığını iddia eder. Teori, kanıt dışında varlığını sürdürmek için her şeye sahiptir.'
Bu bilgiler ışığında Rus bilimadamları Stanislav Zhmur ve Lyudmilla Gerasimenko'nun araştırmalarına da yer vermek istiyoruz.
Zhmur ve Gerasimenko, 1999'da ABD'nin Denver şehrinde yapılan bilimsel bir toplantıya bazı resimler sundu.
Resimler, Murchinson, Efremovka ve Allende adlı meteorlarda yer alan bazı oluşumlara aitti. İşin ilginci bu oluşumlar morfolojik olarak düpedüz yeryüzünde de bilinen mikroorganizmalara benzemekteydi.
Bu bulgular hakkında Zhmur şunları söylüyor:
'Meteorlarda bulunan bakteriyomorfolojik yapılar ile yeryüzünde bilinen organik yapılar arasındaki benzerlik bize yaşamın kaynağının tek olduğunu işaret etmeli. Yaptığımız araştırmalarda Güneş Sistemi'ndeki çeşitli objelerde yaşamın, o objelerin oluşumundan daha önce de var olduğunu ortaya koydu. Bu da Panspermia teorisinin doğruluğunu kanıtlayacak bir bulgu bence.'
Bilim adamları Ay'dan getirilen toprak örneklerini bir kez daha inceleyince şaşırtıcı bir sonuçla karşılaştılar: Hayat, uzaydan gelmiş olabilir! 400 milyon yıl önce Ay yoğun bir göktaşı bombardımanı yaşarken, dünyada tek hücreli canlılar yaşıyor; canlı çeşitliliği görülmüyordu. Sonra birden bire, dünyadaki hayat çeşitleniverdi; balıklar, kuşlar, sürüngenler ortaya çıktı.
GRİP DE Mİ UZAYDAN GELİYOR
Astrofizikçi Sir Fred Hoyle ve Cardiff Üniversitesi'nde görevli meslektaşı Chandra Wickramasinghe yaptıkları gözlemler sonucunda yeryüzündeki grip salgınlarının uzaydan gelen virüslerce tetiklendiğini açıkladılar.
1918-19 tarihlerinde Dünya'yı kasıp kavuran grip salgının Boston'da ve Bombay'da aynı günde başladığı bilgisi üzerine konuyu araştırmaya başlayan bu iki bilimadamı 1761'den bu yana yaşanan tüm salgınlarda Güneş lekelerinin aktiviteleri ile enteresan bir paralellik olduğuna dikkat çekiyorlar.
Virüs taşıyan ve kuyrukluyıldız kaynaklı toz taneciklerinin atmosferin üst tabakalarında asılı olduğunu ve Güneş'te meydana gelen lekeler ve patlamaların neden olduğu enerji boşalımları ile yeryüzüne inerek hastalığın yayılmasına yol açtığını iddia ediyor bu bilimadamları. Grip salgınlarının 11 yıllık Güneş lekesi periyotlarına paralel yayılması bu görüşü destekler nitelikte.
Panspermia (Gk. πάς/πάν (pas/pan, tüm) σπέρμα (sperma, tohum)) hipotezi şudur: yaşamın kökü olan "tohumlar" tüm evrene dağılmış şekilde bulunmaktadır dolayısıyla dünyada yaşamın kökeni bu yaşam kaynağı olan tohumlardan meydana gelmiş olabilir.
Exogenesis (Gk. "dış köken") daha kısıtlı bir hipotezdir ve ve Dünyadaki yaşamın evrendeki bir yerden nasıl olduğu belirsiz bir şekilde dünyaya aktarıldığını iddia etmektedir. Panspermia terimi daha çok bilindiğinden exogenesis olarak adlandırılması gereken iddialar için de kullanılmaktadır.
Varsayım
Bu konuda bilinen ilk düşünce MÖ 5. yy'da Yunan düşünürü Anaksagoras'a aittir. Panspermia varsayımı, 1743 yılında, uzaydan gelen mikropların okyanuslara düştüğü ve önce balıklara, sonra amfibiyumlara,sürüngenlere ve en sonra memelilere dönüştüğünü iddia eden Benoît de Maillet yazılarında belirene kadar rafa kaldırılmıştı. Ondokuzuncu yüzyılda modern bir biçimde Jöns Jacob Berzelius (1834)'ün ve Kelvin (1871), Hermann von Helmholtz (1879) ve daha sonra, Svante Arrhenius'un (1903) da içinde bulunduğu çeşitli bilim insanları tarafından tekrar gündeme getirildi.
0 Yorumlar