Gazeteci Yazar Engin Ardıç’ın Kaleminden: “MU Kıtası Nasıl Yok Oldu?”
MU Kıtası Nasıl Yok Oldu?
Çağlar öncesi sulara gömülmüş Mu kıtasının varlığını ilk ortaya atan, James Churchward adında bir İngiliz araştırmacıdır. Konu da taa 1868 yılına dayanıyor, yani İngiltere`de Kraliçe Victoria, bizde de Sultan Abdülaziz devri.
Bu adam Hindistan`da albaymış, İngiliz sömürge ordusunda. Böyle konulara da bencileyin pek meraklı. Günün birinde, bir Budist rahibiyle tanışıyor. Hoş beşten sonra rahip ona, `yabancı, seni pek sevdim, büyük bir sır vereceğim` diyor ve bir tapınağın gizli mahzenlerinde bulunan taş tabletlerden, bu tabletlerin üzerindeki garip yazılardan söz ediyor, getirip gösteriyor, üstelik okumasını da öğretiyor! Gel de, kral Asurbanipal`i hatırlama! O da kazılar sonucu Ninova sarayının kitaplığında bulunan kil tabletlerde şöyle diyordu:
`Ben o kadar bilgili bir adamım ki, tufan öncesinden kalma tuhaf yazıları bile okuyabilirim!`İyi de, nerede o yazılar? Churchward`bende` diyor. Rahibin Churchward`a gösterdiği taş tabletlerde de, bir görüşe göre yirmi beş bin yıl, başka bir yoruma göre on iki bin yıl kadar önce sulara gömülmüş büyük bir kıtadan ve büyük bir uygarlıktan söz ediliyormuş. Adı, Mu…
Albay Churchward o kadar seviniyor ve heyecanlanıyor ki, oturup bir kitap yazmaya koyuluyor: Atlantis orada değil, burada! Gerçek cennet bahçesini buldum, insanlığın kökünü keşfettim!
Benim bilebildiğim kadarıyla üç kitabı var, bunlar da dilimize çevirildi üstelik: `Kayıp Kıta Mu`, `Batık Kıta Mu`nun Çocukları`, ve de `Mu`nun Kutsal Simgeleri`. Asıllarını söylersek, The Lost Continent of Mu, The Children of Mu, bir de The Sacred Symbols of Mu.
İlginç.
İlginç olmasına ilginç de, bazı tuhaflıklar da yok değil olayda.
DİLLERİ VAR BİZİM DİLE…
Yahu biz aslında bu kıtanın adını duymuştuk, fakat azıcık daha değişikti, `Lemuria` şeklinde… Hatta bu isim de, oralarda yaşayan özel bir maymunun adından kinaye değil miydi?
Jeoloji bilimi `olabilir` diyor, öyle birkaç bin yıl değil de birkaç milyon yıl önce, bütün bu adalar birbirlerine bitişik bulunmuş, sonra Wegener`in `kıta kaymaları` teorisine uygun şekilde kayarak birbirlerinden uzaklaşmış olabilirler, ya da aralarına su yürümüş de tepeler adalara dönüşmüş olabilir… O maymun türü de Malezya, Burma, Hindistan üzerinden batıya ilerlemiş olabilir, mümkündür…
Fakat bu kadar eski çağlarda ileri bir uygarlık? Orada hele bir dur da soluklan.
Albay Churchward, hiçbir eserinde kendisine bu sırrı veren rahibin adını açıklamıyor, çok ketum davranıyor. Neden? Bir tek kitabının sonsözünde `Şiri rahibi` demiş ama bu bir isim değil, bir sıfat.
Okudum dediği ve kitaplarında bazı örneklerini de verdiği Mu yazıtlarında da (ki bunlara `Naacaal` tabletleri ve diline de `Naga` tabir ediyor, Naacaal diye de Mu`nun gezgin dinadamlarına denirmiş), yazı mazı yok, en azından alfabetik yazı yok, hiyeroglife de benzemiyor bunlar, yalnızca birtakım şekiller.
Şekiller de birtakım `harcıalem` şekiller, hemen her uygarlıkta karşımıza çıkacak çember, dikdörtgen, ortası delikli kare, suyu hatırlatır dalgalı çizgiler, spiral, falan filan.
Üstelik albay bu çözdüğünü ileri sürdüğü dilin özelliklerini belirtmemiş, bir `morfolojisini`, sentaksını gramerini falan çıkarmamış, Mısır hiyerogliflerini çözen Champollion gibi bir çalışma yapmamış, yapmış olsa bile hiç anlatmıyor. Lakin, eski Mısır uygarlığında `Ankh` okunan kulplu haçın gövdesi, Hazret-i İsa`nın gerildiği çarmıhın da simgesi olduğu söylenen, sonraları `Tau` harfine dönüşecek T de var bu şekiller arasında, bildiğimiz ıstavrozun ilk şekli…
Daha da ilginci, kanguru var, kanguru! Yalnızca ve yalnızca Avustralya`da yaşayan bu sevimli hayvancığı, Hintliler ve tabletleri asıl çaldıkları ülke olduğu söylenen Burma`nın yerli halkı nereden bilebilir, arada eskiden bir `kara köprüsü` bulunmasa?
Demek ki bulanık ve kuşkulu da olsa bir duman tütüyor, öyleyse ateş de olabilir yani…
Hadi size bir bilmece de benden: `Ti`, Sumer dilinde kalay demek. `Ti-an-a-ku` da, kalay çıkarılan yer anlamına geliyor… Fakat dünyanın öbür ucunda, And Dağları`nın tepesinde bulunan ve İnka uygarlığından çok çok daha eskilere dayandığı bilinen şehir kalıntısının adı da, oranın dilinde, Tiahuanaco! Ve de kalay madenleriyle meşhur.
Arada bir şekilde bir bağlantı olmasa, binlerce yıl önce aynı cümle Saddam Hüseyin`in memleketiyle General Pinochet`nin memleketinde nasıl olur da aynı anlama gelebilir? Çık bakalım içinden. KO`NUN BACISI MO
Daha sonra bizim albay büsbütün tozutuyor.
Bu Mu kıtası tektanrılı bir dine inanırmış ve günümüzün bütün dinleri de oradan çıkmışlar. Bir de `reenkarnasyona` yani yeniden doğuşa inanıyorlarmış tabii, o olmazsa hiç tadı kalmaz.
Nüfusu toplam 64 milyon kişiymiş. Bu Mu kıtasının hükümdarı, Ra-Mu adında bir zatmış.
(Awaramuu, nıı nınınım… Al sana bu da Hintçe. Raj Kapoor söylüyordu.)
Eski Mısır`a `gönderme` mi yapıyor, belli değil. Üstelik Ra, birçok yarı aydın yarı cahilin sandığı gibi, Mısır`ın en önemli, en büyük tanrısı değil ki! Acaba albay, on dokuzuncu yüzyılın bu konulara meraklı ortalama okuyucusunu mu gıdıklamaya çalışıyor?
Buranın bir de prensi varmış, adı Ko.
Bunun bir de kızkardeşi varmış, prenses, adı Mo. Bir de küçük erkek kardeşleri var, adı Ka.
Gel de gülme… Albay bizimle kafa mı buluyor? Acaba bunlar çocukça palavralar mı, yoksa hemen bütün Uzakdoğu dillerinin, bu arada elbette Çince`nin de atası olan `tek heceli` özel bir dille mi karşı karşıyayız?
Hani tıpkı, Arapça ve İbranice`nin ortak atası olan eski Sami kavminin dili Akadça gibi?
Peki, bu tabletlerde gözlenen bazı işaretlerin, hem Pakistan`da İndüs vadisinde kullanılmış (ve henüz okunamamış) yazıyla hem de okyanusun taa öbür ucunda, hani şu garip heykelleriyle ünlü Paskalya adasında bulunmuş tabletlerdeki gene henüz okunamayan yazıyla benzerlik göstermeleri rastlantı olabilir mi?
Elbette`swastika` da var, Hitler`in sahip çıktığı eski Hint simgesi, gamalı haç…
İyi ama bu prensler prensesler krallar falan, biraz fazla `bizim bildiğimiz ortaçağ` kokmuyor mu? Yani koskoca Mu uygarlığı daha başka türlü yönetilmek gerekmez miydi, demokrasi falan yok muydu hiç? Yoksa, yeniyetmelere yönelik `ışın kılıcı kullanarak uçan şövalyeler` falan gibi, bilimkurgu edebiyatının bir alt türünü teşkil eden bir `heroic space fantasy` ürünüyle mi karşı karşıyayız?
MAYALARIN ATASI BİLE MU UYGARLIĞI ÇIKIYOR
BEN çözemedim: Albay büyük ve önemli bir gerçeğe ulaşmış da bize gıdım gıdım mı anlatıyor, yoksa sezgiyle birtakım ipuçları yakalamış da bunların üzerine çokça `uçmuş` mu? İşte burada gerçek bir arkeolog, albayın da yakın arkadaşı olan William Niven devreye giriyor. Ama doğudan değil uzak batıdan, taa Meksika`dan. Niven, benzer birtakım tabletleri Meksika`da bulmuş! Hem bunlarda, hem de Maya uygarlığından sömürgeci İspanyol vahşetine rağmen günümüze kalabilmiş çok az sayıda elyazmasında (ünlü Codex Troano ve Codex Cortesianus), bir Mu kıtasından, bir Mu uygarlığından sözedildiğini görüyoruz. Ünlü maya tapınağı Uxmal`ın da bu Mu anısına yapılmış olduğu ileri sürülüyor. Yani, Maya`nın da atası Mu çıkıyor.
Üstelik, bu mitologyada iki erkek kardeş dövüşüyorlar, kötü adam Ka, esas çocuk Ko`yu öldürüp parçalıyor, kızkardeşleri Mo da bu parçaları toplayıp biraraya getiriyor ve canlandırıyor… Bu, eski Mısır`ın bildiğimiz İsis-Osiris ve Seth efsanesi yahu! (Masonlara sorun, size bütün ayrıntılarıyla anlatsınlar, onlar iyi bilirler bu öyküyü… Efsanede Ko`nun penisiyle ilgili gelişmeler de vardır ama localarda çömezlere öğretilir mi bilemem! Sonuçta İsis, Osiris`in şeyinden Horus`u doğurur…) Mısır`a ilk gidip yerleşenler de, yıkımdan kurtulan Mu halkıymış, biz Atlantisliler diye duymuştuk.
Kayıp kıta Mu hakkında bu söylenenler doğru olabilir mi? Eh, akla yakın. Gerçekten de, haritaya şöyle bir bakın, orada birçok irili ada (Japonya, Hawaii, Filipinler, Java, Sumatra, Borneo, Papua-Yeni Gine falan, hatta Avustralya), binlerce ve binlerce de ufaklı ada… Sanki bunlar eskiden bir bütünmüş de, `aralarını su basmış` gibi durmuyorlar mı? Eee, acaba bunlar da, Anadolu`da hemen her gölün dibinde göründüğü sanılan birtakım kalıntılar gibi `söylence` unsurları mı? Yani `eskiden burada bir köy varmış, halkı çok günah işlemiş, Cenab-ı Allah da onları çarpmış, hepsini sulara gömmüş, bak bak, gölün dibinde caminin minaresini göreceksin` düzeyinde saftirik bir palavra mı?
Yoksa bunun `bilimsel` bir dayanağı olabilir mi? Peki bu kıtada ille de bir uygarlık olmuş olması mı gerekiyor? Bizimkinden daha ileri bir uygarlık, ha? Ay gene uzaylılar falan mı karışacak yoksa işin içine? Önce bir bakalım kim keşfetmiş, ya da kim yumurtlamış bu Mu meselesini…
Engin Ardıç
4 Yorumlar
Selam
YanıtlaSilBu Mu kıtasıyla ilgili bir kaç yazı okudum ama her biri birbirinden farklı şeyler söylüyor. Açıkçası ben bu tarz kanıtlanmamış olgularda elimdeki bir kitaba güvenmek isterim. Gerçi onu da %100 doğru kabul edemeyiz.
Mu kıtasıyla ilgili okuduğun ve önereceğin bir kaynak var mı? Çünkü biz Türkler'in de Orta Asya'ya oradan göçtüğü söyleniyor. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemem.
Merhaba Peri;
YanıtlaSilMu kıtasıyla ilgili çoook kaynak var. Ancak hepsi bu tür efsane, varsayım, tahmin v.s....
Mu kıtasıyla ilgili internette bulabileceğin tüm bilgiler özettir. Örneğin bizim sitemizde mu ile ilgili 4-5 yazı var. Hepsi birbirinden farklı. Çünkü kaynaklar farklı.
Mu Kıtasını merak ediyorsan Atatürk'ün Mu Kıtası Araştırmalarını bulup okumalısın. O zaman görürsün orta asya yolculuğun ortası mı başı mıymış :))
Ha bu arada okuyacağın her kaynakta benzer ve farklı yönler bulacağın için net bir kitap yazarı belirtmedim. Çünkü hepsinde hem aynı hem farklı bilgilerin yanı sıra yazarların hayal gücü de mevcut :) Açıkçası ben de anlamadım tam olarak hangisi doğru :)
selam tayfun kardeşim mu kıtası ile atlantis arasında bir baglantı varmı acaba
YanıtlaSilMerhaba karabey, Mu ile atlantis benim araştırmalarımca birbirinden farklı. Ancak aynı dönemdeler. Yani mu varken atlantis de var. Aynı diyenler oluyor ama biraz derin araştırınca tahminen yerleri bile farklı gösteriliyor. Bu iki süper gelişmiş uygarlık döneminde mısır piramitlerinin yapıldığına inanan kaynaklar var. Hatta insanlar zıvanadan çıkınca bu kıtalar yok ediliyor tanrı tarafından. İnsanlara hatırlatmak için de mısır piramitleri bırakılıyor. İnsanlara herşey veriliyor Tanrı tarafından ancak insanoğlu ben tanrıyım deyip zıvanadan çıkınca Tanrı onları cezalandırıyor. sonuçta elde tutulabilir kanıt olarak mısır piramitleri, japon denizaltında bulunan piramitler ve yapılar var.
YanıtlaSilKaynaklar çok çok net olmamakla birlikte farklı kaynakları bir araya getirince ve farklı konuları bir araya getirince böyle bir kurgulama ortaya çıkıyor...