Uzaylılar mı? Atlantisliler mi? Yoksa melekler mi?

Uzaylılar mı? Atlantisliler mi? Yoksa melekler mi?




Zecharia Sitchin, Sümer tabletlerine yeni bir yorum getirdi ve Eric Von Daniken’in savunduğu düşüncelerin bir benzerini geliştirdi. Her iki yazara göre insanlığı, uzaydan gelenler oluşturmuştur. Sitchin’in gerekçesi çok açıktır. Madenlerde çalışan uzaylıların yerini tutacak bir köle yaratma isteği insanı ortaya çıkardı. Daniken’e göre belirli bir gerekçe yoktur. Ben bu durumu uzaylılara bağlamıyorum. Evet, uzaylılar kadar gelişmiş olan bir tür zaten dünyada vardı. İnsandan önce yüksek teknolojiye ulaşmış bir tür yaşamaktaydı. Tevrat bu insanlara Nefilim demekteydi. Sitchin’e göre bunlar Nibirudan gelenlerdir ama ayet tanrı oğullarından başka birilerini kastetmektedir. Yani tanrı oğullarından ayrı birileri dünyada bir yerlerde yaşamaktaydılar. “İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi.” Ayetteki tanımdan anlaşıldığı gibi “bunlar eski çağdan kalmadırlar”. Bu söz önemlidir. Bu tanım gereksiz yapılmamıştır. Demek ki yaşanılan çağ yeni bir çağdır ve eski çağdan kalan başkaları vardır. Zaten bu sitede bu çağ değişimi ile ilgili bilgiler vermekteyim. İşte bu geçmiş devir insanlarının kimliğini arıyoruz. Bu insanları biz Atlantisliler olarak tanıyoruz. Hemen bazılarından itiraz sesleri yükselecektir ama bu cevap uzaydan gelmiş olanlardan daha mantıklıdır ve ayrıca çok fazla delillerimiz de vardır. Bu delillere sırasıyla değineceğim ama önce benim vermeye çalıştığım ana mantığa değinmeliyim.

Dünyadan, bir tarladan ürün hasadı yapılır gibi insan hasadı yapılmaktadır. Bu mantığı bir çok yazımda inceledim. Dinler ve Tanrı açısından da olayları değerlendirdiğimizde aklınıza yatacaktır. Eğer hasat yapıldığını kabul edersek, Atlantislilerin bizden önce hasadı yapılan son tür olduğu anlaşılır.

Nefilimler yeryüzünde tanrıların da yaşadığı (Pagan tanrıları) yasaklı şehirlerde yaşamaktaydılar. O bölgelere insanların gitmesi kesinlikle yasaktı. Kuran’daki bilgilere göre gelecekte dünyada dört adet böyle şehir kurulacaktır.¹ Acaba Atlantisliler de dört şehir mi kurmuşlardı bilmiyoruz ama bu döneme altınçağ denmektedir. Hem dini hem de kadim kaynaklar gelecekte böyle bir zamanın yaşanacağını söylemektedir. Atlantislilerin altınçağ için kaç şehir kurduklarını bilemiyorum ama birinin Kamboçya’daki Ankor şehrinin olabileceğini düşünüyorum. Sümer yazıtlarından bir şehrin de orta doğuda olduğu anlaşılmaktadır. Gılgamış destanında bu şehirden bahsedilmektedir. (Nefiller ile tanrılar aynı dönem insanlarıdır ama Nefiller 1000 yıl kadar bu şehirlerde yaşadı. Oysa tanrılar seçilmiş görevlilerdi. Onun için çok uzun zamanlar görev yapmışlardır)

Anladığım kadarıyla bir tür hasat edilene kadar bir önceki tür tarafından sürekli yönlendirilmektedir. Bu yönlendirme tüm dallarda olmaktadır. Bunların en önemlileri bilim ve dinlerdir. Zaten dinler için yönlendirildiğimize sanırım kimse itiraz etmez. Ama bilim için aynı şeyi söylemek daha zordur. Fakat en bariz örnek olan Einstein’ı düşündüğümüzde olay çok açık gözükmektedir. Konuşmasını zamanında yapamayan ve tüm okul hayatı boyunca sorunlu olan biri patent enstitüsünde çalışırken –dikkat edin araştırma görevlisi bile değil- dünyayı yerinden oynatacak şeyler söyleyebiliyor. Bunun pek olası olamayacağı çok aşikârdır. Çünkü Einstein’ın söyledikleri çağının yüz yıl kadar önünde olan şeylerdir. Bilim Einstein’ın söylediklerinin üstüne yüz yıldır tek bir harf koyamamıştır. Onun teorilerini anlama ve ispatlama aşamasına yeni geldik. Bilimde bu kadar ileri adımı zamanı gelmeden yapabilmek mümkün değildir. Bu durum süper zekâ ile açıklanamaz. Dünyada bir sürü süper zekâ insan yaşadı ve yaşıyor olmasına rağmen bir tane daha Einstein çıkmamıştır. Bu işin içinde başka şeyler olduğu aşikârdır. Yani birileri ona yol göstermiş olmalıdır. Elbette bu durumdan onun bile haberi yoktur ama eminim bir şeylerden şüphelenmiştir. Fakat açıklayamayacağı için başarılarını sezgilerine bağlamıştır. Aslında aynı sezgilere peygamberler vahiy demektedir. Çünkü onlar vahiy geldiğini anlıyorlardı. sezgi konusunu burada daha detaylı inceledim. Ayrıca insanlığın yönlendirildiğini anlamak için burayı da okumalısınız.

Söylediklerimi anlayabilmek için öncelikle dinlerden başlayarak incelemeliyiz. Bizlere aktarılan bilgilerin büyük bir bölümü din kisvesi altında sunulmuştur. Din kisvesi altında sunulan bilgiler hem insanları bir düzen içine koymuştur hem de bizlere güzel bilgiler aktarmışlardır. Ateistler dinlere inanmadığı için o bilgileri kabul etmeyebilirler ama o bilgiler bize tanrıdan değil de bizden daha zeki insanlar tarafından gönderildiğini anlamak gerek. Dinler, birkaç ayrı durumu bünyelerinde taşırlar. Öncelikle hitap ettikleri bir kesim vardır. O kesim içine giren insanlar için kesinlikle doğru ve tartışılmaz olarak algılanırlar. Her din kendi inanan gurubuna hitap eder. Ayrıca her din dünyada farklı farklı yaşam alanları oluşturur. İnsanların deneyimlemeleri için ayrı ayrı ortamlar var ederler. Kişiler geliştikçe dinlerin oluşturduğu eşiği aşabilirler. O zaman kişi o dinin söylediklerini saçma görebilir. Dinler ayrıca rekabet ortamı da oluşturur. Dinlerin var olma gerekçelerini buradan daha geniş olarak okuyabilirsiniz.

Biz her şeyi bize verilen bilgiler yüzünden maddeye bağlamış bulunuyoruz. Onun için ruhun varlığına bile itiraz ediyoruz. Eğer insanın bir ruh taşıdığını kabul edersek önümüze uçsuz bucaksız bir alan çıkmaktadır. Eğer ruh bir enerjiyse, enerjinin sakınımı gereği evrenden yok olması mümkün değildir. O zaman ruh ölümsüz demektir. Zaten dinlerin bahsettiği bir durumdur. Yani ruhlar ölümsüzdür. Sadece geçici bir süre bedenleri deneyimleyip giderler. Bu düşünce bize ruhun gelişen bir şey olması gerektiğini söyler. Öyle ya ruh, sırf laf olsun diye bir bedene sahip olup sonra o bedeni terk etmesini düşünemeyiz. Bunun bir gerekçesi olması gerekir. İşte, ruhun gelişmesini sağlayan mekanizma, madde bedenlerden geçmektedir. Peki, gelişen bu ruhlar ne olmaktadır. İşte benim anlatmaya çalıştığım şeyde bu soru üzerine şekillenmektedir. Gelişen ruhlar gün gelir madde bedene ihtiyaç hissetmeden saf bilinç olarak yaşamaya başlar. Bazıları için doğal olarak kabul edilebilecek bu durum bazıları için ise akıl almazdır.

Eğer, ruh bir gelişme içerisindeyse böyle bir sonuca doğru gitmesi kadar doğal bir şey olamaz. İşte dinlerde bahsedilen melekler bu geçmiş dönem insanlarının bedenlerden kurtularak saf bilinç olarak yaşamaya devam etmesinden başka bir şey değildir. Kuran bunu çok açık olarak söylemektedir. ENBİYA 26 Böyle iken dediler ki: “Rahmân çocuk edindi.” Allah bundan münezzehtir. Doğrusu melekler (Allah’ın çocukları değil.) ikram olunmuş kullardır. Ayette, meleklerin bir zamanlar insan (kul) olduğu açıkça yazmaktadır. İşte bu insanlar (insan demek ne kadar doğru) dünyayla ilgilenmeye devam edip arkadan gelenleri organize etmeye devam ederler. Bir bayrak yarışı gibi birbirlerini yetiştirerek bu sürece katkıda bulunurlar. İşte bir devrenin bitip de saf bilinç halinde yaşamaya başlama kıyametle olmaktadır. Dinlerde üst devrenin olaylara vakıf olmayan alt devreyi hazırlamak için oluşturduğu mekanizmalardır. Bu mekanizmaların gayesi en kısa sürede insanları geliştirmektir. İşte bizden önceki son devre Atlantislilerin devresidir. Kuran onlara Semud kavmi der. Fakat dünya onları Atlantisliler olarak tanır. Haklarında hiçbir gerçek veri olmamasına rağmen dünyanın gündeminde hatırı sayılır bir yer tutmaları tamamen bu sebepledir. Kendilerini unutturmazlar.

Atlantisliler bizden 25-30 bin yıl ilerdedirler onun için çok daha zekidirler. Ayrıca ruhsal yeteneklerini kullanabilmek gibi bir avantajları da vardır. Onun için bizi istedikleri gibi yönlendirebilirler. 25-30 bin yıl evrimde çok az bir zaman gibi gözükebilir ama gerçek öyle değildir. Şekil 1’deki parabol zekânın gelişmesini gösteriyor ve parabol gittikçe daha büyük oranla eğimi dikleniyor. Yani artık kısa süreler çok fark yaratmaktadır. Örneğin dede ile torun arasındaki fark görülebilecek seviyededir. Biri elektronik cihazlarla sörf yaparken diğeri açıp kapamada bile acizdir. Yalnız dedenin yaşam deneyimi aradaki zekâ farkının görünmesini engeller.



Anlayacağınız gibi insanın gelişmesi beden olarak değil de “ruh”en olması gerektiği aşikârdır. Bilim ruhun varlığını kabul etmemektedir. Fakat son dönemlerde yapılan çalışmaları başka yazılarımda incelemekteyim. Artık bilim eskisi kadar net karşı çıkmamaktadır.

İnsan beden ve ruh ikilisinden oluşmaktadır. Beden ruh için geçici eğitim gördüğü bir durak görevi yapmaktadır. Ruh beden ile öylesine bir olmaktadır ki bedenin var olan içgüdülerini de kendi dürtüleri olarak algılar. O dürtüler sayesinde hayatta kalır ve gelişir ama zamanı geldiğinde bedeni terk ederek gider. Bu konuda en iyi kaynaklardan biri Kuran’dır. Başka yazılarımda detaylı olarak değindim. (Fakat Kuranın sıra tefsirinde öyle bir şeye değinmezler.)

Bize bilgi veren Atlantislileri biz tanrı olarak algılayabiliriz ama zekâ özürlü insanları yönlendirme çalışmaları nedeniyle böyle bir yol seçtiklerini bilmek gerekir. Fakat onlar yaratıcı değildir. Her şeyi oluşturan bir mekanizma vardır. Bu mekanizmaya kaynak ya da saf enerji demek gerek. Fakat enerji olayı tam olarak yansıtmaz onun için kaynak demeyi tercih edeceğim. Bizlerin Kaynağın ya da enerji olarak tanımlayabileceğim bir gücün eseri olduğumuzu bilmek gerekir. Bu enerji her nasılsa bilincin değerine vardı. Yaptığı planlar gereği bir evren ve bu evrende insan veya insan gibi canlılar planlamıştır. Bu canlılar bilinçsiz enerjiyi bilinçli hale getirmek için oluşturulmuştur. Bu sürecin bir kısmı madde dünyasında bir kısmı ruh dünyasında gerçekleşmektedir. Ruh dünyasına yükselen kesim arkadan gelenleri organize etmektedir. Arkadan gelenler sıfır zekâ ile başlamaktadır. Onun için belli bir düzeye gelene kadar yönlendirilmeleri gerekir. Yoksa kendi başlarına çok uzun bir süre geçmesi gerekir. İnsanlığın ilk yıllarında bu kişiler insanların arasında yaşayarak onları geliştirdiler. Onları hem gen olarak geliştirmeye çalıştılar hem de medeniyet kurabilmeleri için gerekli bilgileri öğrettiler. Onlara tarla sürmeyi ekin ekmeyi hayvan bakmayı öğrettiler. Tarlalarında ekecekleri genleri değiştirilmiş tohum vererek büyük avantaj sağlamalarına yardımcı oldular. Bize de bu tohumları nereden buldukları sorusunu miras bıraktılar. Sümer medeniyetinin yoktan ortaya çıkışı bu sebepledir.

İşte Sümerleri geliştiren tanrılar bu mantıkla hareket etmişlerdir. Bu sadece Sümerlerle son bulmamaktadır. Sümer tanrıları, Mısır tanrıları, Yunan tanrıları ve Roma tanrıları aynı kategoridedir. Tüm pagan dinleri bu çalışmaların eseridir. Bu arada Kızılderililer ile Hint söylencelerini de unutmamak gerekir. Fakat Yahudilerin farklı bir misyon yüklü oldukları gözükmektedir. Çok tanrılı bir dinin tek tanrılı hale çevrilmiş ilk hali karşımıza çıkıyor. Bu durum üç büyük dinin ilk versiyonudur ve dünyada zekâyı geliştirecek yaşam deneyimi kısmını oluşturmaktadırlar. Ayrıca Yahudiler dünyada lokomotif olarak kullanılmıştır. Sebebinin ne olduğunu bilemiyorum ama dünyadaki bilim ve teknolojiye Yahudilerin katkısı çok fazladır. Her dönemde dünyayı yönetmeyi başarmaktadırlar. Bu durumun Atlantisliler tarafından özellikle planlandığı görülmektedir. Üç büyük dininde kökeni Tevrat’tır. Ayrıca sadece Yahudilere özgü bir din oluşturulmuştur. Nüfus olarak az olmalarına karşın özel önem verildiği aşikârdır. Bu durumu açıklayamam ama bir tahmin ileri sunabilirim. Belki Yahudiler çok kurallara bağlı olduğundan kolay yönlendiriliyor olabilirler. Dünyanın her yerine dağıtılarak dünyanın yönü onlar aracılığı ile belirlenmiştir. Hemen her ülkede yönetici konumlarda olabilmeleri ve gizli örgütlenerek planlarını uyguladıkları için kullanılmış olabilirler. Dünyada çıkan tüm savaşların altından Yahudiler çıkabilir. Bunun kötü gözükmesine aldanmayın savaşlar insanlığın gelişmesinin ana lokomotifidir.

Ruhun varlığını M.S. 2150 kitabı çok güzel vurgulamaktadır. İnsanın bedeniyle birlikte titreşimi çok yüksek olan ve onun için görülemeyen ruhsal bedeni olduğunu söylemektedir. İnsan dünyaya gelirken ruhu, zihni ve astral bedeni için daha yoğun bir maddeden oluşan bedenler seçtiğini ve bu fizik­sel bedeni mikro bakışla görebildiği için, onu tek bedeni sandığını anlatmaktadır

Her şey bir plan eseridir. Yapılan işler için kimseyi suçlayamayız. Öyle olması gerektiği için olmuştur. Amaç insan denen bu türün hasat zamanına kadar yeterli olgunluğa gelebilmesidir. Hasat zamanı dinlerde kıyamet olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte bizler hasat zamanına yaklaşmış olduğumuzdan kıyamet gelmiştir. Kıyamet süreci başladı ama henüz sura üflenmedi. Kıyamette bize en iyi bilgiler yine dinlerden gelmektedir. Ayrıca Atlantisliler bize kütüphaneler bıraktı. O kütüphanelerde ne yapmamız gerektiği yazmaktadır. Ergun Candan yazılarında kıyamette açık bilgi geleceğini söylemektedir. Bence bu açık bilgi ile kastedilen bu kütüphanelerdir.

Tüm kadim söylencelerde gökten gelenler diye anlatılan tanrılar sanki uzaydan gelmiş gibi algılanmaktadır. Oysa bu gün teknoloji görmemiş bir Afrika yerlisinin yanına helikopterle inerseniz sizi gökten gelen olarak anlatacaktır. Bu gökten gelme işini ille de uzaya bağlamak bizim geçmişte dünyada gelişmiş bir tür olamayacağı önyargısındandır. Eğer Atlantislilerin var olduğundan haberimiz olsaydı kesinlikle uzaylı aramayacaktık. Fakat bu uzayda hayat yoktur anlamına gelmez.

Sümerlerden sonra oluşan diğer medeniyetlerin Sümer medeniyetini ve tanrılarını kopyaladığı sanılmaktadır. Ama bence bu bilgi tam doğru değildir. Bence o medeniyetlerin birbirine benzemeleri veya tanrı ismi olarak benzemeleri aynı kişiler ya da aynı planı uygulayan aynı ekibin elemanları tarafından organize edilmeleri sebebiyledir. Medeniyetleri aynı şekilde organize ettiklerinden aynı tür medeniyetler çıkmıştır. Tevrat’ı tek tanrılı bir dine çeviren de aynı kaynaktır. Yani dünyadaki insanları organize etmeyi kendine görev edinen bir kısım Atlantisli insanlar tüm olayların kahramanlarıdır. Fakat bir sorun vardır. Bu insanlar o kadar uzun yıllar nasıl yaşayabilmektedir. Ben bu konuyu burada inceledim.

Bizlerde gelecekte yerimize bırakacağımız şempanzeleri aynı şekilde hazırlayacağız. Fakat şempanzeler şu anda otomatik dönemlerini yaşamaktadırlar. Şempanzelerin fark edeceğimiz kadar zekâsı olduğu kesindir. Belgesellerde insana en çok benzeyen tür olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Hatta sadece insana ait birçok özelliği bünyelerinde sakladıkları gözükmektedir. Örneğin alet kullanabiliyorlar, aynada kendilerini tanıyabiliyorlar, intikam alabiliyorlar, yas tutabiliyorlar ve en önemlisi zevk için öldürebiliyorlar. Bu özellikler aklın veya farkındalığın var olduğunun delili olarak görülüyor. Bunlar içinde insana ait en önemli özellik zevk için öldürmektir. Çünkü hayvanlar ihtiyaçları dışında zevk için öldürmez.

Atlantislilerin kurduğu bu düzenin devam ettiğinin, yani bizi yönlendirmeye devam ettiğinin delili; İncil, Kuran, Einstein’dır. Ayrıca daha kitaplar da vardır ama bu saydıklarım özel önemdedir. Yani bu kitaplara ilâhi bir elin değmeden oluşması imkânı yoktur. Atlantisliler yaptıkları planlar gereği her şey olup gitmektedir. İlk dinler yani pagan dinleri Atlantislilerin insanları açık olarak yani aralarında onlarla beraber yaşayarak yetiştirme çalışmalarıdır. İlk tanrılar sonra tanrı krala dönüşmüştür. Yerlerine seçtikleri insanları bırakmış ve onları yönlendirmişlerdir. İnsanlar geliştikçe insanlardan uzaklaşmış ve göklere (uzaya değil öte dünyaya) çekilmişlerdir. Fakat ne kadar uzaklaşsalar da insanlığı yönlendirmekten hiç vazgeçmemişlerdir. Aslında onların onaylamadığı bir toz zerresi bile dünyada uçamaz. İşte planlar gereği dinlerimiz ve bilimimiz gelişmiştir. Dinlerin gelişmesi de insanın gelişmesi ile paraleldir. Önce açık olan eğitim sonra vahiy şekline dönüşmüştür. Aslında dinlerde anlatılan her şeyi bire bir yaşanmış olarak almamak gerekir. Onlar bize bir yaşayış ve zamanı geldiğinde uyanmak için ipuçları vermek içindir. Onun için belki yaşanmış olaylarla senaryolar harmanlanarak insanlığa sunulmuştur. Sunulurken bir inanış oluşturulmasına özen gösterilmiştir. O dinin hitap edeceği seviyedeki insanların kabul edecekleri şekilde oluşturulmuş ve satır aralarına ilginç bilgiler sokuşturulmuştur.

Bize aktarılan bilgiler içinde en önemlisi kıyamet vurgusudur. Haliyle onunla beraber kurtarıcı düşüncesi de işlenmiştir. Ben bu konulara diğer yazılarımda değiniyorum ama özellikle kıyametin bir yok oluş olmadığını vurgulamak istiyorum. Kıyameti yok oluş gibi sunmalarının sebebi insanlara korkacakları bir gün oluşturmak hem de geçmişte izi silinmiş insanlara bir gerekçe oluşturmaktır. Çünkü tekâmül edip insanların bir üst yaşam alanına çıkmaları söylenmesi gizlenmiştir. Eğer tekâmül gizlenmeseydi bilim gelişemezdi. Bu gün bir Budist Nirvana’ya ermekten başka bir şeyle ilgilenmez. Yani bir Budist’i para, şan, şöhret veya kariyer ilgilendirmez. Öyle şeylerle ilgilenmeyen birinin icat yapması düşünülemez. Onun için kıyamette dünyanın dümdüz olacağı veya insanların toptan öleceği iddiası doğru değildir. Zaten ne kadar çok şeyin doğru olmadığını öğrendikçe çok şaşıracağız.

“Eğer bizden önce birileri yaşadıysa fosilleri ya da şehirleri nerede?” diye mantıklı bir sorunun cevabının da olması gerekir. Öncelikle fosillerinin var olduğunu söylemeliyim. Aslında bilim dünyada bizden önce iki ayağı üzerinde yaşamış olan yirminin üzerinde hominid türü buldu. Bu türlerden hiçbiri bizim atamız değil. Bilim bu türlerin mızrak kullanabildiği, ölülerini gömdüğü gibi akıl emareleri gösterdiklerini ama sonra bilinmeyen bir sebeple yok olduklarını söylemektedir. Bilime göre sadece homo sapiens teknoloji üretebilmiştir. Oysa bizden önce yaşamış olan her tür özellikle Atlantislilerde teknoloji üretti. Onların fosilleri Neandertal ve Cro-Magnonlardır. Bu konuyu detaylarıyla burada inceledim. Cro-magnonlarda tüm diğer türler gibi mızrak ve taş aletler yapabilen bir tür olarak düşünülmektedir. Fakat linkini verdiğim yazımdaki resimleri incelerseniz gelişmiş, üç boyutlu düşünebilen bir insanın varlığını görebilirsiniz. Bilimin dünyada tek teknoloji geliştiren tür olarak insanı kabul etmesinin sebebi daha önce gelişmiş bir türün olabileceğini hayal dahi etmemesindendir. Ayrıca bu işe bizi yönlendirenlerinde katkısı var. Gizli olan bu süreçlerin zamanından önce öğrenilmesi doğru değildir. Bunun için Atlantislilerden sonra kalan görevli ekipler gelecek türün kafasını bulandırabilecek olan şehirleri yok etmişlerdir. Fakat yok edilmemesi gereken yerlerin varlığına da farklı bir çözüm bulunmuştur. Örneğin Machi picchu, piramitler veya Ankor gibi yerlere geliştirdikleri insanlardan bir türü yerleştirip oraları kullanmaları ve kendi izlerini bırakmaları sağlanmıştır. O şehirleri hazır bulup yerleşen halk kendi eserlerinin de harmanlandığı bir tarih bırakmıştır. Biz o şehirleri, içinde sonradan yaşamış halkın yaptığını sanıyoruz. Oysa orası sonradan bir kısım değişikliklere uğramış olsa da çok eskiden kalmıştır. Sadece taş eserler seçilmiştir. Zaten taştan başka hiçbir şeyin 25 bin yıl dayanamayacağını düşünürsek neden o şehirlerin taştan yapıldığını anlayabiliriz. Böylece hem şehirlerin yaşaması sağlandı hem de yeni gelişen tür kendinden öncekilerden kaldığını anlamadı. Bu konuyu burada daha detaylı inceledim. Ayrıca daha teknolojik eserlerde vardır. Örneğin; Hindistan’ı anlatan THY’nın netteki yazısında, paslanmayan demir sütundan şöyle bahseder. “Demir Sütun: Yedi metre yüksekliğindeki bu sütun M.S. 5. yüzyılda Hindi Kralı Chandra Varman tarafından buraya yerleştirilmiştir. Bu demir sütunun hangi teknolojiyle bu kadar kusursuz yapılabildiği ve aradan geçen 2 bin yılda en küçük bir paslanmanın bile oluşmamasındaki gizem henüz çözülemedi.” Bu sütun ortalık yerde durur ve milattan sonra veya biraz önce yapıldığı düşünülür. Fakat teknolojik olarak o zamanlar yapılamayacağı düşünüldüğünden çözüm getirilemez. Oysa o sütun çok daha eski yapılmıştır ve onu bulan Chandra Varman mezar taşı olarak kullanmıştır. Bunun gibi eserler vardır. Ben bir kısmını bu adrese aldım isteyen çok daha fazlasını nette bulabilir.

Bazıları kutsal kitaplardaki kimi bilgileri referans aldığım için itiraz edebilir. Ben, hem bilim hemde dinler aracılığıyla bizlere bilgiler verildiğini düşünüyorum. Bilimdeki bilgiler gözleme ve matematiğe dayalı olmasına rağmen dinlerdeki tamamen kabule dayalıdır. Fakat bilim bizi dinin verdiği bilgilere götürmez. İşte onun için kutsal kitaplardaki şifrelenmiş bilgilerin benim için çok değeri vardır. Çünkü o bilgileri başka hiçbir yerde bulamayız.

İlk girişe koyduğum bu yazının delilleri diğer sayfalarda verilmektedir. Okuyucularım açısından en büyük sorun inançları olacaktır. Hem bir yaratıcıya inanan hem de inanmayan kendinden bir şeyler bulacağı gibi düşüncelerindeki hataların neler olduğunu iyi görecektir.

Eğer tutucu biriyseniz kendinizi yeni düşüncelere kapadıysanız lütfen bu sayfalardan uzak durun. Elbette beğenmediğiniz şeyleri terbiye sınırları içinde eleştirebilirsiniz. Ya da daha iyi bir fikriniz varsa yazmanızdan memnunluk duyarım ama hakaret vari yazılara asla müsaade etmeyeceğim.

Sizde “bu kadar saçma düşünce olur mu?” gibi saçma bir şey yazmadan önce lütfen yazılanların hepsini okuyun. Yok, okumadan benim bildiğim doğrudur diye düşünüyorsanız siz tv kanalı açıp bir dizi seyredin. Ya da mayın tarlası oynayın siz zaten her şeyi biliyorsunuz. Bu sitedeki bilgiler size bir şey katmaz. Fakat unutmayın ki bu sitede okuyacağınız şeylerin çok büyük bir bölümü ilk defa bu sitede açıklanmaktadır. Yani başka yerlerde bu düşünceleri bulamazsınız.

Kıyamete doğru hızla giden insanlığın önümüzdeki süreçte öğreneceği çok şey olacaktır. Eğer bu sayfaları okuyorsanız siz başkalarından bir adım önde demeksiniz.

Not: Bu sitedeki yazıların altına alıntıdır yazmıyorsa bilin ki benim düşünüp kaleme aldığım yazıdır. Elbette herkesin bildiği şeyler hakkında da yazı yazdım ve onların altında ismim yazıyor olmasına rağmen anonim olduğu bellidir.

Seyfullah Demir

Dip Not:

¹ Kuranda Rahman Suresinde cennetler tanımlanmaktadır. 46 ve 62 nolu ayetlerde 4 adet cennet olduğu söylenmektedir. Ayrıca bu cennetlerde tanımlanan her şey dünyasaldır. Tamamen dünyadaki nimetlerden bahsedilmektedir. Bir ruhun yemek yemesi yada yatakta yatması hele hele cinsel ilişkide bulunması mümkün değildir. Çünkü bunlar madde bedenin yapabileceği şeylerdir. İşte onun için Cennet dünyasaldır ve kıyametten sonra oluşacak olan altınçağ şehirlerini temsil ettiğini düşünüyorum. Ve bu ayetlere bakarak şehirlerin çoğunluğunu kadınların oluşturacağını düşünüyorum. Ayrıca Cennet, Cehennem konusunu daha geniş olarak Kuran’ı inceleyen makalelerimde ele aldım. (Elmalılı meali Rahman Süresi)

46. Rabbinin makamından korkan kimselere iki cennet vardır.

48. İkisinin de çeşitli ağaçları, meyvaları vardır.

50. İkisinde de akıp giden iki kaynak vardır.

52. İkisinde de her türlü meyvadan çift çift vardır.

54. Astarları atlastan yataklara yaslanırlar. İki cennetin de devşirmesi yakındır.

56. Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler var ki, bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.

58. Sanki onlar yâkut ve mercandırlar.

60. İyiliğin karşılığı, yalnız iyilik değil midir?

62. Bu ikisinden başka iki cennet daha vardır.

64. (Bu cennetler) yemyeşildirler.

66. İkisinde de fışkıran iki kaynak vardır.

68. İkisinde de her türlü meyva, hurma ve nar vardır.

70. İçlerinde güzel huylu, güzel yüzlü kadınlar vardır.

72. Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş hûriler vardır.

74. Bunlardan önce onlara ne insan ne de cin dokunmuştur.

76. Yeşil yastıklara ve hârikulâde güzel işlemeli döşeklere yaslanırlar.?

Yorum Gönder

1 Yorumlar

Recent, Random or Label