Henüz kurban zihniyetli insanlık, rekabet temelli ekonomi ile birbirini bile dinleyemezken ve oturup “gezegensel temelli” geçmişimiz-geleceğimiz ve şimdimiz üzerine oydaşılmış anlayışlara bile varamazken, dünya gezegeninin “Uzay Realitesi” hangi erdemler üzerine ve nasıl bir “İnsanı” temelde şekillendirilecek.
İnsanoğlu yalnız mıdır, yoksa galaksinin çok boyutluluğunda yabani ve kendinden başka bir insan görmemiş Afrika köyü gibi midir?
Bilinmez.
İçinde yaşadığımız yüzyıla gelene kadar, belki de bu soru çok da önemli değildi. Yerleşim yerlerimiz bir mahalleden dünyamız ise yaşadığımız şehirden ibaretti. Çok küçüktü dünyamız ve içsel ölçülerimiz. İçinde yaşadığımız devasa Dünya gezegenimizin farkında bile değildik.
Dünyamız, sokağımız mahallemiz ve eğer keşfedebildiysek şehrimizden sınırlarında “zorlanmadan” var olabiliyorduk
Sanayinin gelişmesi ve ardından iletişim araçlarındaki hızlı gelişim insanların devasa bir dünyada yaşadıklarını ve büyük bütün bir dünyanın bileşeni olduklarını fark etmelerinin diğer doğal sonuçlarını da birlikte getirdi.
Her farkındalığın beraberinde idraki ve idrakin de “değişimi” devreye alması gibi, insan da kendini devasa bir değişimin başlangıcında buldu.
Ezoterik literatüre göre yedi bedende yaşayan, Evrenin harikası “uyuyan” dev gibi henüz kendi gerçeğine uyanamamış insanı her bedeninde ayrı bir kaos ve değişim beklemekteydi. İdrak içrek bedenlerde etkisini devam ettirdikçe yaşanacak realitelerin boyutu da genişlemekte ve çeşitlenmekteydi.
Nasıl ki internete girdiğimizde sınırsız bir sanal dünyaya pencere açıyor ve bu pencereden dilediğimiz yere sörf yapabiliyorsak, fiziksel dünyamızı algılayışımızın değişmesi genişlemesi ve yüksek gerçeklerle bağlantıların kurulması da, diğer içrek bedenlerimizin büyümesine ve eskiden akıl almaz olarak tanımlayabileceğimiz bazı dünya dışı fenomenlerin “kabulüne” olanak sağlayabilir.
Ayrıca çağın uzay çağı olmasından kaynaklanan hızlı teknolojik – bilimsel gelişmeler, uzayda insanoğlunun yaptığı yeni keşifler, duygusal zihinsel ve ruhsal olarak gerçeklikle ilişkimizi sorgulamamızı ve büyümemiz gerektiğini hissettiriyor.
İçrek realitelerde, anlayış ve idrakle ne kadar derinleşirsek, dışarıda ki (!) realitemizde o kadar genişleyebiliriz. Mayaların Takvimi içinde yaşadığımız 2012 yılı ile birlikte zamanın biteceği ve yeni bir şekilde başka “bir zamanın” başlayacağının da haberini vermekte. Kuantum fiziğinin ortaya çıkışından beri tüm zamanların ortak “kuant alanda” tekleştiğini, tek bir dolaşıklık ile birbirine bağlı olduğu gerçeğini de göz önüne alırsak, her zamanın içinde kendi mekanını barındırdığını ve zamanların mekanlara giriş kapısı olduğunu ve asıl olanların ise zamanlar olduğunu anlayabiliriz.…
Belki de kısaca “zamanın ruhundan” bahsetmemiz ve zamanın ruhunun ne olup olmadığının üzerine söylemlerimizi oturtmamız daha anlaşılır olacaktır.
Mesela dünya toplumlarının “kabul” ile farkındalığına alması ve dikkatle izlemesi gereken Birleşmiş Milletler’in uzaylılarla (!) ilgili karşılaşma planları yapıyor olması ve bir takım stratejiler geliştirmeye çalışırken, Bilim insanlarının da “İnsanlığın uzaylılarla yakın bir karşılaşmaya hazır olmaları” konusunda uyarılar yapmakta olduğudur. NASA içerikli, evrende yalnız olmadığımızın işaretini sunan “garip” haberler ve fotoğraflar da, sanki günlük gazetelerin haberlerinde daha sık yer almaya başladı…
Afrika’nın hiç medeniyet görmemiş kendi köylüsünden başka bir dünyalı kardeşi ile rastlaşmamış yabanı dünya vatandaşının durumu ne ise, henüz dünya insanı tarafından “adı” konmamış bir Uzay Realitesi ile burun buruna gelmek üzere olan “Biz” dünyalıların da durumu aynı gibi. Fiziksel realitemizin sınırları ne kadar genişlerse genişlesin, mental ve duygusal seviyede genişlememiz ve “Dünya Vatandaşı” olarak hazır olma konusunda uyarıldığımız uzay realitesine düşünsel ve duygusal olarak hazır olmamız çok yüksek bir “kabulü” gerektiriyor.
Dünyada ne savaşlar yapıldı duygu bedenlerimizin ifadesi olan inançlarımız uğruna…
Zihnimizin kölesi olarak bizlere belletilmiş bir dünyada yaşarken, henüz “ne olduğumuzun” bile kabulü içinde değilken…
Henüz “kurban zihniyetli insanlık, rekabet temelli ekonomi ile birbirini bile dinleyemezken ve birbiri ile henüz oturup “gezegensel temelli” geçmişimiz-geleceğimiz ve şimdimiz üzerine oydaşılmış anlayışlara bile varamazken, dünya gezegeninin “Uzay Realitesi” hangi erdemler üzerine ve nasıl bir “İNSANI” temelde şekillendirilecek.
Ki insanlar kendi ve dünya kaoslarında kaybolurken ve kurban bilinçleri iyice realitelerine sabitlenirken, gökyüzünden gelenler kurtarıcılar mı olacak?
Eğer ki bilgeliğin kaynağı olan Heraklitos’un dediğ gibi “aşağıdaki nasılsa yukarıdaki de öyleyse, farkındalıklı olmak ve -uzaylı kurtarıcılar- veya beklentilerinden vazgeçmek hayrımıza olacaktır. Aslında uzaylıların ne kurtarıcı ne de istilacı oldukları düşüncesini benimseyerek ama yine de yüksek farkındalıkta ve tarihi-mitoloji bilgisinin de desteğiyle ve biz dünyalılarında uzayda dünya planetinde yaşayan canlılar olduğumuzu hatırlamalı ve gelişecek yeni insanlık realitemizde daha derin olasılıklar ve potansiyeller üzerine düşünmeliyiz.
Nevşehir’in bir köyündeki köylü kardeşimiz gibi Uzaylıları (!) ne taşlayacak zihniyette olmalıyız ne de bir Hollywood filmindeki gibi dünyadan kopuk kafamız sürekli gökyüzünde uzaylı kurtarıcıları bekleyerek ve dünyada bizler tarafından yaratılmış tüm kirlilik-savaş-insanlık sorunlarına ve hastalıklara çözüm bulacaklarını düşünerek dünya günlerimizi heba etmeliyiz.
Her zaman olduğu gibi önemli olan, tüm dünya insanlarının ortak ve en yüksek hayrı gözetilerek ve uzun vadeli bir gelecek öngörüsü altında Birleşmiş Milletlerin “Dünya Uzay Realitesi” ile ilgili stratejilerini geliştirmeleridir. Ki şimdiki Birleşmiş Milletlerin temelinde hangi ülkelerin etken ve etkin rol oynadığını ve bu ülkelerin temsil ettikleri ideoloji ve emperyal arzularını da düşünürsek belki de Birleşmiş Milletlerin yerine insanlığın yine Birleşmiş Milletlerin içinden özgür ve bağımsız bir oluşumla ortaya çıkacak ve yeni realitenin kurgusunu, erdemlerini ve stratejisini belirleyecek oluşumu da ortaya çıkarması gereklidir.
Kim bilir belki de, uzaylıların emperyal veya kurtarıcı olarak bizlere belletildiği filimler, dünya emperyal güçlerinin bize biçmeye çalıştıkları bir uzay realitesinin “ön” tanıtımıdır. Ki kuantum altı gerçeklikte her şeyin bir yerde olduğunu ve kaostan ortaya çıkan düzenin de bilgisi altında, Dünya gezegeninin İnsan vatandaşları olarak, tüm bize belletilenlerin dışında, yine de dünyada oluşturduğumuz tüm hasarı kendimizin telafi etmesi ve onarması gerektiğinin ve bunu yapacak güçte ve olgunlukta olduğumuzun ortak “bilincini” geliştirirken (düşlerken) diğer taraftan da bilim insanlarının dediklerine göre çok yakında muhatabı olacağımız uzay realitesinde, hiçbir varlığı, ne teknolojisinden dolayı ne de ”sihirli değneğinden” dolayı ne de varlığının karanlığından veya ışığından dolayı, ne yukarıda görüp tapınmalı ve medet ummalıyız ne aşağıda görerek yermeli ve insanı iletişim olanaklarını kapatmalıyız.
Evet, ne düşlersek onu yarattığımızı, kişisel gelişim kitaplarından hem de tasavvufun “aynalar evreni” anlatımından bildiğimize göre, insanlık olarak hepimizin hayrına olanı istememiz ve düşlememizden doğal ne var ki…?
Muhteşem Evreninin sadece insan için ve insanla yaratılmadığı nasıl ki gerçek ise, insanın da Evrenden bağımsız yaratılmadığı bir gerçek. Nasıl ki dünyadan ve diğer dünyada yaşayan insan kardeşlerimizden (mineral bitki ve hayvan aleminden ) bağımsız bir varoluşumuzun olması söz konusu olmadığı gibi. Ki insanın da ezoterik öğretilerde ve tasavvufta anlatıldığı gibi milyar asırlık evrenin muhteşem çocuğu olduğunu unutmaksızın, Birleşmiş Milletlerin üzerine stratejiler üretmeye başladığı “Uzay Realitesine” insan varlığımızı olabilecek en erdemli şekilde ve uzay realitesinde karşılaşacağımız diğer “varlık kardeşlerimizle” olan ne ise bu olanın ve Evrenin reşit ve eşit bir üyesi, olduğumuzun bilincinde kalarak konumlandırmalıyız.
Ayrıca, batını öğretilerde bizlere aktarılan Evrensel prensipler ve yasallıkların, çok yakında içinde olacağımız Uzay Realitesine ilişkilenmemizin ve ardından da iletişime geçmemizin temel şablonu oluşturacağını unutmamalıyız.
Evrensel prensiplerden en önemlisi, “her varlığın ancak kendisini kurtaracağı”, “her zaman için ne ekersek onu biçeceğimiz” ve “özgür iradeye saygının evrende temel yasa” olduğudur.
Ezoterik öğretilerden ve dünyanın bir çok kadim medeniyetinin mitolojilerinden bizlere aktarılan insanlığın “kadim tarihindeki” bilgilerin ışığında diyebiliriz ki, dünya insanlarının ne dünyalı kahramanlara ne de uzaylı kahramanlara ihtiyacı vardır. Bizlerin insanlık olarak artık hakiki Galaktik Dostlarla “derin bir dostluğa” paylaşmayı dilemek ve istemek hayrımızadır.
Ki nasıl dünya, insan, hayvan ve bitkiler birbirine bağdaşık bir yapı içinde canlılığı oluşturuyorsa, Evrende bir dünya olarak içinde olan tüm kainatlar ve alemlerle, güneş sistemleri ve gezegenlerle ve üzerinde yaşamı oluşturanlarla bağdaşık durumdadır.
Gezegenimiz ve Biz, Evren denen devasa bir matematiksel tablonun çarpım tablosu gibiyiz. Ne evren ve içindekiler bizsiz olabilir ne de biz evrensiz anlamlı olabiliriz.
Hayırlı Realitelerin ve Hayırlı Dostlukların “Evrensel kaderimiz” olması dileklerimle…
Ki öyledir…
0 Yorumlar